Güney Asya'nın iki büyük nükleer gücü olan Hindistan ve Pakistan, tarihi, politik ve askeri bağlamda sürekli bir rekabet içerisinde yer almaktadır. Her iki ülke de 1947'de bağımsızlıklarını kazandıklarından bu yana köklü bir ordu yapısına sahip bulunurken, askeri güçlerinin karşılaştırılması, sadece askeri stratejiler açısından değil, aynı zamanda bölgedeki güvenlik dinamikleri açısından da büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle, Hindistan ve Pakistan ordularını çeşitli yönlerden karşılaştırarak hangi ülkenin daha üstün olduğunu anlamaya çalışacağız.
Hindistan, toplam 1.4 milyon aktif asker ile dünyanın en büyük dördüncü ordusuna sahiptir. Ek olarak, 1.2 milyon yedek asker ve büyük bir paramiliter güç ile desteklenen Hindistan ordusu, geniş bir askeri organizasyon yapısına sahiptir. Pakistan ordusu ise yaklaşık 654,000 aktif askere sahiptir ve yedek asker sayısı da 500,000 civarındadır. Her ne kadar personel sayısı açısından Hindistan önde olsa da, Pakistan hâlâ büyük bir orduya sahiptir ve nükleer silah potansiyeli ile önemli bir stratejik güç olduğunu kanıtlamıştır.
Hindistan, askeri harcamalarında da Pakistan’a kıyasla daha büyük bir bütçe ayırmaktadır. 2023 için Hindistan’ın askeri bütçesi 76 milyar dolarken, Pakistan’ın 11 milyar dolardır. Bu büyük bütçe farkı, Hindistan ordusunun modernizasyonu ve teknolojik yenilikler konusunda daha fazla imkâna sahip olmasını sağlamaktadır. Ancak, Pakistan’ın stratejik konumu ve jeopolitik ilişkileri, onun askeri kapasitesini güçlendiren başka unsurlar da sunmaktadır.
Hindistan, modern askeri teknolojiyi benimsemekte öncü bir rol oynamaktadır. Ülkenin sahip olduğu askeri muharip hava araçları, tanklar, gemiler ve diğer askeri teçhizat oldukça gelişmiştir. Dünyanın en büyük ordularından biri olan Hindistan, özellikle Rus yapımı Sukhoi, Tejas ve Miraj savaş uçakları ile donanımını güçlendirmiştir. Bunun yanı sıra, kendi geliştirdiği Agni ve Prithvi füze sistemleri ile balistik ve taktiksel saldırılarda daha fazla etkinlik sağlamaktadır.
Öte yandan, Pakistan da kendi askeri teknolojisini geliştirmekte ve önemli bir köprü görevi üstlenmektedir. Ülke, Çin ile süregeldiği stratejik ilişkiler sayesinde, özellikle askeri teknoloji alanında ciddi kazançlar elde etmiştir. Çin yapımı JF-17 savaş uçakları ve Indigenous Tank Altay gibi projeler, Pakistan ordusunun güçlenmesini sağlamaktadır. Bununla birlikte, Pakistan’ın nükleer kapasitesi, Hindistan ile olan rekabetinde en belirleyici unsurlardan biridir.
Her iki ülkenin de nükleer silahları, savaş senaryolarında büyük bir tehdit unsuru oluştururken, her iki ordu da nükleer caydırıcılığı artırmak için sürekli olarak yeni teknolojiler geliştirmeye devam etmektedir. Bu durum, Hint-Pakistan ilişkilerinde sürekli bir gerginlik kaynağı olmakta ve askeri hazırlıkları zorunlu kılmaktadır.
Hindistan ve Pakistan, askeri stratejileri ve taktikleri konusunda kendi ulusal çıkarlarına göre farklı yaklaşımlar sergilemektedir. Hindistan, genellikle “Soğuk Savaş” konsepti üzerine inşa edilmiş bir askeri stratejiye sahiptir. Bu strateji, düşmanla doğrudan çatışmadan kaçınmayı, uluslararası diplomasi ile sorunları çözmeyi ve gerektiğinde güçlü bir caydırıcılık sağlama esasına dayanmaktadır. Bu bağlamda, Hindistan, terörle mücadelede ve sınır bölgelerinde daha fazla aktive olan bir askeri yapı oluşturmuştur.
Pakistan ise daha doğrudan bir savaş yaklaşımını benimsemektedir. Ülkenin askeri stratejisi, Hindistan’a karşı her türlü düşmanca eyleme hazırlıklı olmayı ve gerektiğinde saldırgan bir tavır sergilemeyi içermektedir. Pakistan, genellikle savaş sırasında sürpriz saldırılar ve düşük yoğunluklu çatışmalar ile stratejik avantaj elde etmeye çalışmaktadır. Bu noktada, Pakistan ordusunun Güney Asya’daki çatışmalarda daha akıncı bir tavır sergilediği söylenebilir.
Sonuç olarak, Hindistan ve Pakistan orduları arasında kıyaslama yapmak, yalnızca askeri güçlerini değil, aynı zamanda her iki ülkenin stratejik düşüncelerini, ulusal politikalarını ve bölgedeki güvenlik dinamiklerini de göz önünde bulundurmayı gerektirir. Her iki ülke de güçlerini kaybetmemek için sürekli bir yarış içinde olsa da, uluslararası ilişkilerde daha fazla işbirliği yapmanın ve barışa yönelik adımlar atmanın önemine dikkat çekmek gerekmektedir. Askeri güç, her ne kadar önemli bir belirleyici olsa da, kalıcı bir çözüm için diplomasi ve barışçıl yollar her zaman en iyi seçenek olacaktır.